top of page
IMG_2207.HEIC

Ben Kimim?

Rizeli bir anne ve Rizeli bir babanın, 3 kız çocuğundan en büyük kızıları olarak,

her koşulda sevgi ve güvenlik ortamında hissettiğim bir ailede büyüdüm. 

 

Genel kültürümü, bireysel karar verme gücümü, ahlaki ve toplumsal sorumluluk bilincimi ve topluma yararlı bir üye olma tutkumu okuduğum devlet okullarında beni yetiştiren çok kıymetli öğretmenlerimden aldım. 

  • Twitter
  • LinkedIn
  • Instagram

Benim Hikayem,

5 Aralık 1987'de halen oturduğum Kadıköy, Çayeli Apartmanında dünyaya geldim. Aile apartmanında hep yakın çevremizle yaşadığımız için, çocuk yıllarım hep sevgi ortamında geçti. Dedem, Fenerbahçe Spor Kulübünde kürek takımında bir milli sporcu olduğundan, çocuk yıllarımdan bana geriye kalan Fenerbahçe sevgisi oldu. Henüz 7 yaşındaydım ve ilk kez 1994 yılında Fenerbahçe-Petrol Ofisi maçına gitmiştim. 6-2 biten maçı ve oradaki topluluğun birlikte yaşadığı mutluluğu hiç unutamıyorum. Hep birlikte mutlu olabilme deneyimini ilk defa o gün yaşamıştım. Bu duygu, beni ben yapan büyük izlerden biri oldu. Ailemden bana miras olan Fenerbahçe sevgisi, hep birlikte mutlu olabilinmenin mümkünlüğünü öğretmişti. Futbolun tekniğine değil, birlikte mutlu olabilme duygusuna tutulmuştum o gün.

1993'te Acıbadem İlköğretim okuluna başladım. Sanki özel bir sınıftı. İyi kalpli güzel ailelerin, biricik çocukları ile yine sevgi ortamında ve öğretmenlerinin gözdesi olarak ilkokulu tamamladım. Eğitim sisteminin yine değiştiği bir dönemdi. İlkokuldan, ilköğretime geçişi deneyimleyen bir nesildik biz. O dönemde, lise sınavına girmeden önce tercihler yapılırdı. Yani sınav sonuçlarımızı görmeden, hissi kalbel vuku ile tercihler yaptık. Sezgisel tercih yapmayı öğrenmemiz gerekiyordu sanırım...Matematik öğretmenim benim fen lisesine yerleşeceğimden ve derece yapacağımdan çok emindi. Onu haksız çıkarmadım.

 

Nasıl olduğunu hala bilmediğim bir şekilde, Manisa Fen Lisesi'ne yerleştirildim. Aile bağları bu kadar kuvvetli olan bir ailenin, ilk göz ağrısı Manisa'ya hiç gönderilebilir miydi, yada ailem beni gönderse ben ne yapardım...Hal böyle olunca, aklına güvendiğimiz insanlara danıştık ve yine o dönem olan Yabancı Dil Ağırlıklı Lise statüsündeki Şenesenevler Lisesine ama bu sefer sınav sonucu ile değil, ilköğretim not ortalaması ile yerleştim. Hazırlık sınıfına alışmam çok zor oldu. Kontenjanları takip edip ve sınavı puanımla, Anadolu Lisesine yerleşebilirim belki diye düşünürken, sınıfıma alıştım ve orada da sevgi ortamını yakaladım. Lise sınıfım da hiç değişik hikayeleri olan öğrencilerden oluşan bir sınıftı.

Hayatım boyunca hiç bir matematik sınavına çalışmadım. Dersi derste dinleyip anlayan bir öğrenci olarak, sayısal derslerimindeki başarım sebebiyle, liseyi sayısal sınıfta okudum. Bu tercih, benim tercihim değildi, sayısal alanda başarılı olma durumumun bir sonucuydu. Tercih yapma konusundaki tek parametreniz sezgi olmadığını ve, artık, akıl diye bir parametre daha olduğunu öğrenmiştim. Üniversitede ne okuyacağımı, hayatımın geri kalanında ne yapmak istediğimi henüz bilmiyorken, sayısal alanda başarılı olmam, benim iyi bir mühendis olabileceğimi ailede konuşturuyordu. İki dayım da mühendisti, hem de başarılı iki mühendis... Babamda iş insanıydı. Dayılarım, makine mühendisi olmamı, babam ise işletme mühendisi olmamı istiyordu. 

Şimdi araya girip, yine hayatımın dönüm noktaların biri olan , beni ben yapan izleri olan bir anıya dönüş yapmam gerekiyor. İlkokul 7. sınıfta okuduğum bir zaman dilimiydi. Babanemi ziyarete gitmiştim. Babanemin kütüphanesinde, amcamın kitapları vardı. O kitaplar hep çok ilgimi çekiyordu. Her gittiğimde içlerinden seçip okuyor, yerine koyuyordum. Babanem kitapları ellememi çok istemiyordu, ondan gizli gizli okuyordum, boyum bile yetmiyordu kütüphaneye...Sandalyeyi çektim ve kütüphaneye çıktım. Elime aldığım kitap "Tanrıların Arabaları" isimli bir kitaptı. Babanem gelmeden hızlı hızlı taramam gerekiyordu ki kızmasın bana. Çok etkilenmiştim, Mısır Piramitlerinin görüntüleri, dünya dışı varlıklar...Böyle bir şey gerçekten olabilir miydi? Daha önce, böyle bir şeyin gerçek olabileceğini hiç düşünmemiştim. Hemen çocukluk arkadaşıma babanemin ev telefonundan telefon ettim, "Eda, biz hiç bir şey bilmiyoruz, bize gerçek bilgiyi öğretmiyorlar" dedim ve "merak" duygum bu hikaye ile derinlemesine tetiklenmiş oldu.

Merak duygusu, bugün hala beni ben yapan motivasyonlardan biri. Şimdi üniversite hikayesine geri dönersek, ben makinaları merak etmiyordum, ben ticareti de merak etmiyordum. Para kazanmak hiç ama hiç umrumda olmadı. Tek merak ettiğim şey, insan doğası, insan aklı, insanlık tarihi yani o günlerde "hakikat" olarak tanımlayamadığım, "bilgelik-sevgisi" diyemediğim şeydi. Babanemin kütüphanesindeki kitapların sahibi olan amcam, Rize'de ikamet ediyor ve sadece onu yaz tatillerinde görüyordum. O kitapların içindeki bilgileri okumuş olan kişinin aklına güvenebileceğimi düşünmüştüm. Amcama kendimi anlattım, neleri merak ettiğimi, neler üzerine okumalar, çalışmalar yapmak istediğimi söyledim. Bana bir kitap hediye etti; "Sofinin Dünyası". Kitabı okurken, işte tam merak ettiğim konular, ben felsefe okumalıyım diye karar vermiş oldum. Merakımın peşinden gitmek beni gün geçtikçe büyülüyordu. Benim kendi içimde felsefe okumaya karar vermiş olmam elbette ki yeterli değildi. Türkiye'nin kültürel ve ekonomik yapısında, hangi anne-bana çocuğunun felsefe okumasını isterdi? Felsefe mezunu ne iş yapardı ya da nasıl geçinirdi? Her ebeveynin çocuğunun koluna altın bilezik takmak gibi bir sorumluluğu vardı. Ebeveyn olarak çok haklılardı. Felsefe okuma istediğimi, felsefe öğretmenlerim de dahil, amcam dışında hiç kimse desteklemedi.

Sayısal sınıfta okurken, felsefe okumaya karar verdiğim için, türkçe-matematik sınıfına geçiş yapmak istedim lise son sınıfın başında. Öğretmenlerim izin vermedi. Sınıf öğretmeniz kimya öğretmenimizdi Süleyman Arslan...Hala benden çok iyi bir mühendis çıkarabileceklerini düşünüyorlardı, çeşitli çeşitli ikna turları boşa çıktı. Ancak, benim de tercihlerimi bana yaptırmayacakları ile ilgili endişem vardı. Ve sınav günü geldi, o sınavda bir şey yapmam gerekiyordu, "yani bir şey yapmamam". Eğer ben fen sorularını çözersem, alacağım puan mühendislik bölümüne yetecek ve tercihlerim yapılırken söz hakkım olmayacaktı. Risk budur diyerek, Matematik ve Türkçe çözüp sınavdan çıktım. İyi bir okulda Felsefe okumaya yetecek kadar soruyu cevaplamıştım. Sınav sonuçları açıklandığında, gelecek tepkileri göğüslemeye de hazırdım. Öyle de oldu. "Sen bizi dinlemedin ve bize meydan okudun, tercihlerini biz yapacağız" dediler.  Ailemin ekonomik şartları beni iyi bir özel okulda, okutmaya da yeterliydi, her ne kadar fen çözmemiş olsamda. Tabiki felsefe konusunda tereddütleri de devam ediyordu. 

Benim tercihlerimi benimle beraber yapmak üzere, aile büyüklerim toplandı, amcam hariç...Sayısal çıkışlı olup, fen çözmediğim için, başladılar, işletme-iktisat yazmaya. "1 tane felsefe tercihi yapma hakkın var. Ona göre düşün ve karar ver." dediler.  Yeditepe Üniversitesi %100 burslu felsefe yazmalarını söyledim. Çok araştırmıştım Saffet Babür, Örsan Kunter Öymen, Zeynep Gürata, Bülent Gözkan ve diğerleri...kadrosu çok iyiydi. Dayımın söylemi kulağımdan hala gitmiyor;  "Şanslıysan, felsefe gelir. 22 tercihin arasından 1 tane var, olasılığın farkında mısın?" 

Şanslı mıydım gerçekten? 22 tercihin arasından 1'in denk gelmesi şans mı? Tesadüf mü? Tesadüf diye bir şey var mı?

Dopdolu bir üniversite hayatım oldu. Kulüp başkanlığı, üniversite etkinlikleri, entellektüel birikim, mükemmel arkadaşlıklar...Hem okuyordum, hem de öğrencilerin ödevlerini yapıp, para kazanıyordum. 1996 yılında dijital baskı üzerine yapan reklam işleri yapan babamın kurmuş olduğu bir aile şirketimiz vardı. Yazları aile şirketimizde de çalışıyordum. 1996'nın yazında, henüz 9 yaşındayken, babamın yanında çalışmaya başlamıştım, görevim ise müşterilere çay-kahve içip içmediğini sormak ve onlara servis yapmaktı, babamın üzerimdeki emeği çok büyüktü, iş disiplini ve çalışma kültürünü kodlarımda 9 yaşında aktive etmişti. 9 yaşımdan, üniversiteden mezun olana kadar 1 yaz tatili hariç, her yaz babamın şirketinde çalıştım...Hem okudum, hem çalıştım, hem sivil toplum kuruluşlarında aktif oldum. Gerçekten muhteşem bir öğrencilik hayatıydı. Mezun olduktan sonra da aile şirketimizde çalışacağım belli olduğu ve ben tek bir yaz olsun başka bir kurumsal şirkette çalışmadığım için, başka bir şirkette deneyim kazanmak istedim. Bu konuyu ise dayıma danıştım ve dayımın aile dostu, Medet Başlılar aracılığıyla Hürriyet Gazetesi'nin teknoloji odaklı içerik üreten bir websitesinde staja başladım. O kadar keyifli bir süreçti ki, teknoloji ile ilk defa orada tanıştım ve ne kadar çok şey öğrendim. Hatta tez konumu, "Teknoloji ile değişen kavramlar: Kültür, Medya, Terör" olarak yazmamın sebebi de bu stajdır. Beni bırakmak istemediler, ve bana iş teklifi yaptılar. Çok duygulanmıştım. İlk defa kendim olarak bir şeyi başardığımı hissetmiştim, ama teklifi kabul edemedim.

Üniversiteyi bitirince, aile şirketimizde tam zamanlı çalışmaya başladım ancak çok da çalışma fırsatım olmadı; çünkü iflas etmiştik. Çok zor günlerdi, ama bir aradaydık. Hepimiz elbirliği ile konfor alanlarımızdan çıkıp yeniden hayata başlayabileceğimize inanıyorduk. Çünkü biz aile bağları ve sevgi iklimi çocuklarıydık. Teknoloji alanında, hem tez yazmış olmam, hem de Hürriyet gazetesindeki deneyimim, beni henüz gelişmekte olan teknoloji alanında uzmanlık geliştirebilme konusunda heyecanlandırmaya başlamıştı.

2012 yılında başlamış olduğum teknoloji sektöründe, yazılımın dışında kalan tüm alanlarda profesyonel olarak çalıştım.

10 yıllık teknoloji sektörü içerisinde müşteri deneyimi alanında uzmanlaştım. Müşteri deneyimi "insan odaklı" bir kavramdı ve bu kavram henüz çok yeni bir kavramdı. Bu kavram üzerinde çalışmak, müşteri beklentilerini, taleplerini, ihtiyaçlarını anlamak ve bunun üzerinden müşteriye dokunmak oldukça keyifli bir süreç...

İnsanı anlamak üzerine olan çocukluk merakım, 2020 yılından beri sosyal etki danışmanlığı yaparak profesyonel olarak devam ediyor...

bottom of page